NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
الْمَلِكِ
بْنِ شُعَيْبِ
بْنِ
اللَّيْثِ
حَدَّثَنِي
أَبِي عَنْ جَدِّي
عَنْ
عُقَيْلٍ
عَنْ ابْنِ
شِهَابٍ عَنْ
سَالِمِ بْنِ
عَبْدِ
اللَّهِ
أَنَّ عَبْدَ
اللَّهِ بْنَ
عُمَرَ قَالَ
تَمَتَّعَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فِي حَجَّةِ
الْوَدَاعِ
بِالْعُمْرَةِ
إِلَى
الْحَجِّ
فَأَهْدَى
وَسَاقَ
مَعَهُ الْهَدْيَ
مِنْ ذِي
الْحُلَيْفَةِ
وَبَدَأَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَأَهَلَّ
بِالْعُمْرَةِ
ثُمَّ
أَهَلَّ
بِالْحَجِّ
وَتَمَتَّعَ
النَّاسُ
مَعَ رَسُولِ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ بِالْعُمْرَةِ
إِلَى
الْحَجِّ
فَكَانَ مِنْ
النَّاسِ
مَنْ أَهْدَى
وَسَاقَ
الْهَدْيَ
وَمِنْهُمْ
مَنْ لَمْ
يُهْدِ
فَلَمَّا قَدِمَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَكَّةَ
قَالَ
لِلنَّاسِ مَنْ
كَانَ مِنْكُمْ
أَهْدَى
فَإِنَّهُ
لَا يَحِلُّ
لَهُ مِنْ
شَيْءٍ
حَرُمَ
مِنْهُ
حَتَّى
يَقْضِيَ حَجَّهُ
وَمَنْ لَمْ
يَكُنْ
مِنْكُمْ
أَهْدَى
فَلْيَطُفْ
بِالْبَيْتِ
وَبِالصَّفَا
وَالْمَرْوَةِ
وَلْيُقَصِّرْ
وَلْيَحْلِلْ
ثُمَّ
لِيُهِلَّ
بِالْحَجِّ
وَلْيُهْدِ فَمَنْ
لَمْ يَجِدْ
هَدْيًا
فَلْيَصُمْ
ثَلَاثَةَ
أَيَّامٍ فِي
الْحَجِّ
وَسَبْعَةً
إِذَا رَجَعَ
إِلَى
أَهْلِهِ
وَطَافَ
رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
حِينَ قَدِمَ
مَكَّةَ
فَاسْتَلَمَ
الرُّكْنَ
أَوَّلَ
شَيْءٍ ثُمَّ
خَبَّ
ثَلَاثَةَ
أَطْوَافٍ مِنْ
السَّبْعِ وَمَشَى
أَرْبَعَةَ
أَطْوَافٍ
ثُمَّ رَكَعَ
حِينَ قَضَى
طَوَافَهُ
بِالْبَيْتِ
عِنْدَ
الْمَقَامِ
رَكْعَتَيْنِ
ثُمَّ سَلَّمَ
فَانْصَرَفَ
فَأَتَى
الصَّفَا
فَطَافَ بِالصَّفَا
وَالْمَرْوَةِ
سَبْعَةَ
أَطْوَافٍ
ثُمَّ لَمْ
يُحْلِلْ
مِنْ شَيْءٍ
حَرُمَ
مِنْهُ
حَتَّى قَضَى
حَجَّهُ
وَنَحَرَ
هَدْيَهُ
يَوْمَ النَّحْرِ
وَأَفَاضَ
فَطَافَ
بِالْبَيْتِ
ثُمَّ حَلَّ
مِنْ كُلِّ
شَيْءٍ
حَرُمَ
مِنْهُ وَفَعَلَ
النَّاسُ
مِثْلَ مَا
فَعَلَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
مَنْ أَهْدَى
وَسَاقَ
الْهَدْيَ
مِنْ
النَّاسِ
Salim b. Abdullah’tan,
Abdullah b. Ömer'in şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Resûlullah (s.a.v.) Veda
Haccında umreyle haccı (birleştirerek) temettü' yaptı ve hedy kurbanı kesti.
Hedyi Zulhüleyfe'den beraberinde götürdü. Resûlullah (s.a.v.) önce umre, sonra
da hac için telbiye getirdi. Halk da Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte umreyle
haccı (birleştirerek) temettü' yaptı(lar). Halkdan bazıları hedy kurbanı almış
ve göndermiş, bazıları da almamıştı. Resûlullah (s.a.v.) Mekke'ye varınca halka
(hitaben);
"Sizden her kim
hedy kurbanı getirdi ise o kimse haccınıedâ edinceye kadar kendisine haram olan
hiç bir şeyi (kendisine) helâl kılamaz. Sizden kim hedy getirmedi ise, hemen
Beyt'i ve Safa ile Mene'yi tavaf etsin ve saçını kısaltarak ihramdan çıksın!
Daha sonra hac için telbiye getirerek kurban kessin! Hedy kurbanı bulamayan
(kimse) hac esnasında üç, ailesi yanına döndüğü zamanda yedi gün oruç
tutsun" buyurdu.
Resûlullah (s.a.v.),
Mekkeye vardığında tavaf yaptı ve ilk işi rüknü selâmlamak oldu. Sonra yedi
tavafın üçünde remel ile yürüdü, dördünü ise, âdi yürüyüşle yürüdü. Nihayet
Beyt'i tavafım bitirince (Hz.İbrahim'e âid) makamın yanında iki rekat namaz
kıldı. Sonra selam vererek namazdan çıktı ve Safâ'ya giderek Safa ile Merve
arasında yedi tavaf yaptı. Sonra haccını bitirinceye kadar (ihramlı olduğu
için) kendisine haram kılınan hiç bir şeyi kendisine helâl kılmadı. Bayram günü
kurbanını kesti. Ve (Mekke'ye) inip, Beyt'i tavaf etti. Ondan sonra (ihram'a
girince) kendisine haram kılınan her şeyi kendisine helâl kıldı. Halkdan
(yanında) hedy götürenler de Resûlullah (s.a.v.)'İn yaptığı gibi yaptılar.
İzah:
Buhârî, hac; Nesâî,
menâsik; Müslim, hac
Burada Resûl-i Ekrem'in
(s.a.v.) temettu' yapmasından maksat, fıkıh ilminde anlaşıldığı mânâda "önce
umre yaptı, umrenin hitâmında ihramdan çıktı, sonra terviye günü hac için yeniden
ihrama girdi," demek değildir. Burada "temettü* " kelimesi
sözlük anlamında yani "menfaatlanmak, faydalanmak" mânâsında
kullanılmıştır ki, bununla "önce hacca niyet edip, sonra umreye de niyet
etmek suretiyle haccı kıran yaptı" demek istenmiştir. Bu mevzuda rivayet
edilen hadislerin aralarım uzlaştırmak için bu hadisi böyle te'vil etmek
zarureti vardır. Aksi takdirde bu ve benzeri hadis-i şeriflerle yine İbn Ömer'in
rivayet ettiği "Hz. Nebi'in ifrâd haccı yaptığına" dâir hadisin
[Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 216, Nesâî, menâsik 49.] arasını uzlaştırmak
mümkün olamaz.
el-Mühelîeb'in beyânına
göre, Resûlullah (s.a.v.)'in temettu'undan maksat, temettu'u emir buyurmasıdır.
Umreden başlaması da aynı mânâyadır. Yani ashabına önce umre yapmalarını sonra
hacca niyet etmelerini emir buyurmuştur. el-Mühelleb'e göre hadisi bu mânâda
te'vil etmek zorunludur. Çünkü Resûl-i Ekrem'in Veda Haccında hacc-ı îfrâd
yaptığına inanan İbn Ömer'in rivayet ettiği bu hadisin bunun dışında bir mânâ
ifâde etmesi düşünülemez. Bazılarına göre bu te'vil çok yersiz ve anlamsızdır.
Hanefî ulemâsından Aynî'ye göre Resûllullah (s.a.v.)'ın-temettu'unun manası
evvelâ hacc-ı ifrâda niyet edip sonra da, hac için ihrama girmesinden
ibarettir.[Aynî, Umdetu'I-kârî, X, 31.]
Hz. İbn Ömer'in,
Hz.Nebiin Veda Haccında hacc-ı kıran yaptığını kabul etmediğini ifâde eden
1795 numaralı hadis, "Hz.Nebi başlangıçta kıran haccına niyet etmemişti.
Sonradan haccla umreyi birleştirdi," anlamına gelmektedir.
"Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) önce umre, sonra da hac için telbiye getirdi" cümlesine,
"hac ve umre için ayrı ayrı iki ihrama girdi" mânâsı vermek doğru
değildir. Bu mânâ bu konuda ki diğer rivayetlere aykırı düşer. Çünkü bu
cümledeki "ehelle" kelimesi aslında "ihrama girerken telbiye
getirdi" demektir. Buna göre söz konusu cümle "Resûl-i Ekrem (s.a.v.)
ihrama girerken önce hacc-ı ifrâd için telbiye getirmişti. Sonra bu hacca
umreyi de ilâve etmek isteyince önce umre için telbiye getirdi ve hemen arkasından
da hac için telbiye getirdi" anlamına gelmektedir. Binâenaleyh 1795
numaralı hadisin şerhinde de açıklandığı gibi Hz. Nebi Veda Haccında temettü'
haccı değ», kıran haccı yapmıştır.
Nitekim, metinde geçen
"halk da Nebi (s.a.v.) ile birlikte temettü' yaptılar" cümlesi de bu
te'vili te'yid etmektedir. Çünkü bilindiği gibi Veda Haccında ashâb-ı kiram
önce hacc-ı ifrâda niyet etmişlerdi. Sonra bu haccı umreye tebdil ettiler. Ve
bu suretle temuttu' yapmış oldular.
Ancak bilindiği gibi
içlerinde hacca niyet edip de umre yapmak istediği halde yanında kurbanlığı
bulunduğu için ihramdan çıkamayanlar bulunduğu gibi 1779 numaralı hadis-i
şerifte ifâde edildiği şekilde sadece hacca, sadece umreye ve hacla birlikte
umreye niyet edenler de vardı. Binaenaleyh metinde "halk da Resûllullah
(s.a.v.) ile birlikte temettü' yaptı" denilmesi içlerinde hacc-ı ifrâd ve
hacc-ı kıran yapanların bulunmadığı anlamına gelmez.
Her ne kadar metinde,
"Resûlullah (s.a.v.), Mekke'ye varınca halka hitaben ....dedi"
deniliyorsa da, bazı hadislerde bu hitabın "Şerif" denilen yerde
vâki olduğu ifâde edilmektedir. Bu durum söz konusu hadisler arasında bir
çelişki bulunduğunu göstermez. Çünkü bu hitabın hem Şerirde hem de Mekke'de
vuku' bulmuş olması mümkündür.
"Sizden kim hedy
getirmedi ise, hemen Beyt'i ve Safa ile Merve'yi tavaf etsin ve saçını
kısaltarak ihramdan çıksın," cümlesindeki ihramdan çıksın sözü, emir
kalıbında gelmiş bir haber kipidir. Sözü geçen cümlede tarif edilen kimselerin saçlarını
kısaltarak ihramdan çıkmakla bir ihramlı için yasak olan şeylerin artık
kendileri için helâl olacağını ifâde etmektedir. Daha önce de açıkladığımız
gibi temettü' haccına niyet ederlerin umreden sonra Merve'de saçlarını
kısaltmaları ve hacdan sonra da Minâ'da saçlarını tıraş etmeleri daha
faziletlidir. Çünkü umreden sonra saçların tıraş edilmeyip de kısaltılması
sayesinde hac sonunda tıraş olmak için saçların bir kısmının kalması sağlanmış
olur. Bazılarına göre de buradaki emir, ibâha ifade eden gerçek manada bir emir
kipidir.
Konumuzu teşkil eden
cümlenin sonunda gelen "sonra hac için ihrama girsin" cümlesi
"ihramdan çıkar çıkmaz hemen ihrama girsin" manasında değil,
"Zilhiccenin 8. gününe kadar beklesin ancak o gün ihrama girsin"
anlamında kullanılmıştır. Çünkü "sümme" kelimesi, burada
"ta'kib" değil "terâhî" ifâde eder.
"Daha sonra hacca
telbiye getirerek kurban kessin" cümlesi, temettü' hacci yapanlar için bir
emirdir. Binaenaleyh temettü' haccı yapan kimselerin bu emri yerine getirmek
için sadece bir koyun veya keçi kesmeleri yeterlidir. Mâliki ve Şafiî
mezheplerine göre efdal olan, bu kurbanı bayramın birinci günü kesmektir.
Hanefî ulemâsına göre ise, bu kurbanı Akabe cemrelerini atmadan önce kesmek
yeterli değildir. Bu konuda Hanefî ulemâsından Aliyyü'1-Kârî şunları söylüyor:
"Kurban Bayramının birinci günü şafak söktükten sonra kesilebilir. Fakat
sünnet olan, güneş doğduktan sonra şeytan taşlamakla, tıraş oirnak arasında
kesilmelidir. Kurban kesmeye kadir olan Kârin veya mutemetti' kesmeden ölürse,
kesilmesini vasiyet etmelidir. Bu vâcibdir. Eğer vasiyet etmemişse vârislere
borç olmaz, fakat buna rağmen vârisler kendiliklerinden kesecek olurlarsa bu
teberru'-ları murislerini borçtan kurtarmış olur.
Temettü' haccı yapana
bu kurbanın vâcîb olması için, kendisinde beş şartın bulunması lâzımdır:
1. Umre için ihrama
girmiş olmak. Ve bu umrenin en az dört tavafını hac mevsiminde edâ etmiş olmak.
2. Hac için ihrama girmeden
önce, umre ihramından çıkmış olmak. Eğer, Umreden çıkmadan önce, hac ihramını
umre ihramı üzerine bina edecek olursa o zaman kıran haccı yapmış olur ki, bu
durumda ona temettü' kurbanı gerekmez.[Bu durumda ona, Hanefî ulemâsına göre
yine kurban kesmek vâcib olur.]
3. Temettü' haccına
niyet ettiği halde umreden sonra ihramdan çıkınca hac yapmadan memleketine
giden bir kimseye de temettü' kurbanı kesmek vâcib değildir. Çünkü bu durumda
bu adam, daha sonra memleketinden gelip hac yapmış bile olsa, Hanefîlere göre
temettü' haccı yapmış sayılmaz. Fakat kendi memleketine değil de başka bir
memlekete gitmesi temettü1 haccı yapmış olmasına bir engel değildir. İmâm Yûsuf
ile Muhammed'e göre ise, bu konuda umreden sonra ve hacdan önce kendi memleketine
gitmiş olmasıyla yabancı bir memlekete gitmiş olması arasında bir fark yoktur.
Her ikisi de temettü' haccını bozar. İmâm Mâlik'e göre, kendi memleketine
yahutta ondan daha uzak bir memlekete gidecek olursa temettü' haccı yapmış
olmaz. Memleketinden daha yakın olan yabancı diyarlara gitmiş olmasında bir
sakınca yoktur. İmâm Şafiî'ye göre ise, mîkata dönmedikçe temettü' haccı
bozulmaz. Hanbeli ulemasına göre ise, namazı kısaltmayı gerektirecek kadar uzun
sefere çıkmadıkça temettü' haccına bir zarar gelmez.
Hasan el-Basrî'ye göre
ise, umreden sonra temettü' haccına niyet eden bir kimse kendi memleketine veya
başka bir memlekete gitmekle hacc-ı temettu'e bir zarar gelmez. Münziri de
"kim hacca kadar umre ile faide-lenmek isterse, kolayına gelen bir kurban(ı
kesmek vâcib olur)"[Bakara 196.] âyet-i kerimesinin genel ifâdesine
bakarak Hasan el-Basrî (r.a.)'ın görüşünü tercih etmiştir.
4. Afakî (taşralı)
olmak ve Mescid-i Haram'ın yerlisi olmamak. Hanefî ulemasına göre mîkat
sınırları içinde kalan kimselerle mîkat ile Mekke arasında kalan kimseler
Mescid-i Haram'ın yerlisidirler. Bunun dışında kalan kimseler de Afakî
sayılırlar. İmâm Şafiî'nin eski görüşü de böyledir.
İmâm Mâlik'e göre ise,
Mescid-i Haram'ın yerlisi Mekkelilerdir. İmâm Şafiî'nin yeni görüşü de böyledir.
İmam Ahmed'e göre ise, Mekke de oturanlar ile, Mekke'ye kasr mesafesi (yani
namazları kısa kılmayı mubah kılacak uzaklıktaki yolculuk kadar) uzaklıkta
olmayan kimseler Mescid-i Haram'ın yerlisi sayılırlar. Kasr uzaklığında ve daha
ötelerde bulunan kimseler Afakî sayılırlar.
5. Hac için ihrama
girmek maksadıyla kendi memleketinin mîkatına dönmemiş olmak.
Bu şartlardan biri
bulunmayacak olursa o kimse temettü' haccı yapmış sayılmaz ve kendisine şükür
kurbanı lâzım gelmez.
Ancak kurban kesmek icâb
ettiği halde kurban parası ve satılık kurban bulamayan veya bulsa da fahiş
fiat teklifi karşısında kalan bir kimse, üç günü hac mevsimi içerisinde, yedi
günü de kendi memleketinde olmak üzere oruç tutar. Efdal olan bu üç günlük
orucu üçüncü günü Arafe gününe gelecek şekilde arka arkaya tutmaktır. Çünkü o
güne kadar kurban temin etme imkânı doğabilir. Bu sebeble söz konusu orucu o
güne kadar tehir etmek Hanefîlere ve İmâm Ahmed'e göre müstehabdir.
Bununla beraber bu
oruç, umre için ihrama girdikten sonra, tavaftan önce bile tutulabilir. Hatta
Şevval ayında bile olsa daha hac için ihrama girmeden bu orucu tutmak
yeterlidir. Çünkü bu oruç için aranan sebep hac mevsiminde umre için ihrama
girmiş olmaktır.
Şâfiîlere göre bu üç
günlük orucu kurban bayramından önce tutmak vâcibdir. Efdâl olan, umreden sonra
hac için ihrama girip arafeden önce bitirmektir.
Eğer umreden çıkar
çıkmaz hac için ihrama girmeden tutacak olursa Şâfiîlerin sahih olan kavline
göre, bu da caizdir. Bu kavil aynı zamanda İmâm Ahmed'den de rivayet
olunmuştur.
Mâliki ulemasına göre
ise, bu üç günlük orucu hac için ihrama girmeden önce tutmak caiz değildir.
Çünkü bu orucun vacib olmasının vakti hac için ihrama girme vaktidir. İmâm
Şafiî de bu görüştedir. Eğer umre için ihrama girer de umreyi bitirmeden bu
orucu tutacak olursa, Mâlikî ve Şafiî ulemâsına göre bu oruç yeterli değildir.
Hanefî ulemasına göre
bu orucu bayram gününden önce tutmamış olan bir kimse için kurban kesmekten
başka bir çıkar yol kalmamıştır. Çünkü söz konusu oruç için tayin edilmiş olan
vakit çıkmıştır. Bu durumda kalan bir kimse, temettü' kurbanım kesmeden
ihramdan çıkacak olursa, o zaman birincisi kurbanı kesmeden ihramdan çıkmanın
cezası, ikincisi de temettü' kurbanı olmak üzere iki kurban kesmesi gerekir.
Hz. Ömer ile İbn Abbas ve İbrahim en-Nehâî de bu görüştedir.
İmâm Mâlik'e göre ise,
söz konusu orucu bayramdan önce tutnunış olan bir kimse teşrîk günlerinde-yani
bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde- tutar. Evzaî, İshâk, Ahmed bu görüşte
oldukları gibi İmâm Şafiî'nin eski görüşü de budur. Bu konudaki delilleri ise,
İbn Ömer ile 'Hz. Âişe'den rivayet edilen şu hadis-i şeriftir: "Kurban
bulamayanların dışında hiç bir kimse için teşrik günlerinde oruç tutma izni
verilmemiştir.[Buhârî, savm]
Dârekutnfnin rivayet
ettiği bir hadis-i şerifte İbn Ömer'in, "Resûlullah (s.a.v.) kurbanlık
bulamayan kimseler için teşrik günlerinde üç gün oruç tutmaya izin
vermiştir.”[Darekûtnî, Sünen, II, 186.] dediği ifâde ediliyorsa da, senedinde
güvenilir bir kimse olmayan Yahya b. Sellâm bulunduğundan bu hadis zayıftır.
Bu durumda olan bir
kimse eğer bu orucu teşrik günlerinde tutmaz da sonra kurban bulacak olursa,
orada kurbanı kesmesi daha iyidir. Kurbanı kesmezse oruç tutması gerekir.
Bazı Şâfiilere göre
ise, bu durumda olan bir kimse kurban kesmez, üç günlük orucu kaza eder.
İmâm Ahmed'e göre ise,
bu kimseye üç günlük oruç tutmak gerektiği gibi aynı zamanda vacibi
geciktirdiğinden dolayı bir de kurban lâzım gelir. Sözü geçen vacibi meşru bir
mazeretten dolay geciktirmiş olması da neticeyi değiştirmez.
Minâ'da kurban kesmeye
muvaffak olamayan kimse, yukarıda açıkladığımız şekilde üç gün oruç tuttuktan
sonra yedi gün de memleketine döndükten sonra oruç tutar. İmâm Şafiî hadisin
zahiriyle amel ederek, orucun hakikaten memlekete dönüldükten sonra
tutulacağına hükmetmiştir. Hanbelî ulemâsına göre de efdal olan budur. İmâm
Mâlik'in de bu görüşte olduğuna dair bir rivayet vardır. Fakat İmâm Mâlikçe
tercih edilen görüşe göre Mekke'den Minâ'ya dönünce tutulur. İmâm Şafiî de bu
görüştedir.
Hanefî ulemâsına göre
dönmekten maksat, hac fiillerini bitirmektir. Zira onları bitirmek memlekete
dönmeye sebepdir. Binaenaleyh metinde geçen "Hedy kurbanı bulamayan kimse
hac esnasında üç gün, ailesi yanına döndüğü zaman da yedi gün oruç
tutsun" cümlesindeki "ailesinin yanına dönmek"ten maksat, hac
fiillerini bitirmektir. Zira onları bitirmek memlekete ve ailenin yanına
dönmeye sebeptir. Cümlede müsebbibi zikir, sebebi irade kabilinden mecaz
vardır. Bu bakımdan Hanefî ulemâsına göre, yedi günlük orucu Mekke'de tutmak
da caizdir. Nitekim kıymetli âlimlerimizden merhum M. Zihnî Efendi de bu
konuda şunları söylemiştir:
"Kurban bulamaz
ise, üçü kurban bayramı günlerinden önce ve yedisi evine döndükten sonra olmak
üzere on gün oruç tutar. Yedi günlük oruç, teşrîk günleri geçtikten sonra
Mekke'de tutulabilir. Bunları ayrı ayrı vakitlerde tutmak da caizdir.[Nimet-i
İslâm, s. 651.]
Ancak bu orucun sahih
olabilmesi için geceden niyet edilmesi, üç günlük oruçtan ve teşrîk günlerinden
sonra tutulmuş olması gerekir. Âyetin ve hadisin zahirine uygun olması için
orucu memlekete döndükten sonra tutmak daha faziletlidir.
Kurbanı bulmakta zaman
olarak bayramın birinci gününe itibâr edilir. Binaenaleyh üç gün oruç
tuttuktan sonra bayramın 1. günü kurban bulmaya muvaffak olan bir kimsenin
tutmuş olduğu oruç bâtıl olur ve kurbanı kesmek üzerine vâcib olur. Eğer
kurbanı bayramın birinci gününden sonra bulacak olursa, yedi günlük orucu da
tutması icab eder, kurban kesmesi gerekmez. Kurbanı bayramın birinci gününden
sonra alabilen bir kimse üç günlük ve yedi günlük oruçları tutmadan memleketine
dönecek olursa, Hanefî ulemâsına göre, eğer gücü yetiyorsa, o kimsenin kurban
kesmesi gerekir. Oruç tutması onu sorumluluktan kurtarmaz. Mâliki ulemâsına
göre bu on günlük orucu ara vermeden peşi peşine tutmak müstehabdır. Ancak
Şafiî uleması, "üç günlük oruçla yedi günlük orucun arasını en az
Mekke'den vatana dönünceye kadar geçecek zamana 4 gün ilavesiyle elde edilecek
bir süre kadar ayırmak gerekir" derler.[Nevevî, Şerhu Müslim, VIII, 211.]
Esasen bu süre üç
günlük oruçla yedi günlük orucun normal olarak edası esnasında iki oruç
arasında geçen sûredir. Hanbelî ulemâsına göre ise, bu iki orucun herbirinin
kendi aralarında peşipeşine tutulması gerekmediği gibi her iki orucun arasım
ayırmak da söz konusu değildir. Çünkü bu oruçlarla ilgili emirler mutlaktır,
aralarının ayrılacağına veya birleştirileceğine delâlet eden bir kayıtla
kayıtlı değildir.
Metinde bahsedilen
"Resul-i Ekrem (s.a.v.)'in Mekke'ye gelir gelmez yaptığı tavaf"
Rasûlullah (s.a.v.)'ın Veda Haccında hacc-ı ifrad ve kıran yaptığını kabul
edenlere göre kudüm tavafıdır. Temettü' haccı yaptığını kabul edenlere göre
ise, umre tavafıdır. Çünkü Mâlikîler dışında bütün mezheblere göre hacc-ı kıran
ve ifrad yapacak olanlara kudüm tavafı yapmak sünnettir. Mâiikîlere göre ise,
vâcibdir. Fakat umre yapacak olanlara vardıkları zaman yapacakları umre tavafı
kudüm tavafının yerini tutar.
Tavafın ilk üç turunu
kısa adımlarla koşarak ve omuz silkerek süratle ve çalımlıca yapmaya
"remel" denir. Remel bütün tavaflarda değil, sadee kendisinden sonra
sa'y yapılacak tavaflarda erkekler için. sünnettir. Kadınlar remel yapmazlar.
Nafile tavaflar ile Veda tavafında sa'y olmadığından bu tavaflarda remel ve
ızdıba olmaz. Remel yapılan ilk üç turun dışında kalan dört turda ise, normal
adımlarla, yavaş yavaş, sükûnetle ve ağırbaşlılıkla yürünür.
Tavaf bitince Hz.
İbrahim'in makamında iki rekathk bir tavaf namazı kılınır ki, bu namaz
Hanefîlere ve İmâm Mâlikle İmâm Şafiî'ye göre vâcibdir. Çünkü Allah Teâlâ ve
tekaddes hazretleri Kur'ân-ı Kerim'inde "Siz de İbrahim'in makamından bir
namazgah edinin"[Bakara 125.] buyurmuştur. Hanbelî ulemasına göre ise
sünnettir. Bu namaz Şâfıîlerin en sahih olan görüşüne göre de sünnettir. Çünkü
Hanbelîlerle Şâfiîler âyet-i kerimedeki emri, istihbâba hamletmişlerdir.
Bu namazın birinci
rekatında Kâfirûn ikini rekâtında da İhlâs sûresi okumak sünnettir.
Makam-ı İbrahim: Hz. İbrahim'in
Kabe'yi inşa ederken iskele olarak kullandığı veya halkı hacca davet ederken
üzerine çıktığı taşın bulunduğu yerdir.
Konumuzu teşkil eden
hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in (s.a.v.) Veda haccındaki uygulamasıyla bütün
bu meseleleri ana hatlarıyla açıklığa kavuşturduğu ye iki rekatlık tavaf
namazından sonra sa'y yapmak üzere doğruca Safa'ya yöneldiği ifade edildiği
halde, ne tavaf esnasında ne de sa'ye başlarken Hacer-i Esved'i selamladığından
söz edilmemektedir. Halbuki 1905 numaralı hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem'in iki
rekatlık tavaf namazından sonra Beyt-i Şerife yönelerek Hacer-i Esved'i
selamladığı ifâde edildiği gibi, ileride gelecek olan 48. babdaki hadis-i
şerifler de "Resûl-i Ekrem'in Beyt-i Şerifi tavafı esnasında her turda
Hacer-i Esved'i selamladığı ifade edilmektedir. Konumuzu teşkil eden hadisten
anlaşıldığına göre Resûl-i Ekrem (s.a.v.) hac fiillerini ifâda tavafıyla
bitirmiştir. Bilindiği gibi ifâda tavafı hacıların Arafat'tan indikten sonra
yaptıkları tavaftır. Buna ziyaret tavafı da denir. Bu tavaf haccın
rükünlerinden olup bunun ilk dört şavtı (turu) her haccedene farzdır. Bunun
için bu tavafa rükün tavafı da denir. Bu tavaf ile artık kişinin ailesine
yaklaşması dahil ihramla ve hacla ilgili bütün yasaklar sona erer.